Berk
New member
“Kocanın İkinci Eşine Ne Denir?”: Zamanın ve Kalplerin Arasında Bir Hikâye
Bir akşamüstüydü. Eski bir köy evinin verandasında, çaydanlığın tıslayan buharı havaya karışırken, köyün yaşlı kadınlarından biri “Ah be evlat,” dedi, “bizim zamanımızda kocanın ikinci eşine öyle kolay kolay isim takılmazdı; ama her birinin hikâyesi olurdu.” O an sessizlik çöktü. Masadaki herkesin yüzünde aynı merak vardı: “Peki, o hikâyelerden biri nasıldı?”
1. Hikâyenin Başlangıcı: İki Kadın, Bir Sessizlik
Hikâye 1940’ların sonlarında, Anadolu’nun küçük bir kasabasında geçiyordu.
Ali, köyün saygı duyulan erkeklerinden biriydi. Genç yaşta dul kalmıştı; bir oğlu vardı, adı Mustafa. Yıllar geçmiş, Ali’nin annesi baskı yapmaya başlamıştı: “Oğlum, çocuk büyüyor, evde bir kadına ihtiyaç var.”
Bir gün köy pazarında, dul bir kadınla tanıştı: Zeynep. Zeynep, güçlü, dirençli bir kadındı. Kocası cephede ölmüş, geride iki çocuk bırakmıştı. Ali’nin annesi “Hem ona yuva olur, hem sana destek” diyerek bu evliliğe razı etti herkesi.
Ancak Ali’nin ilk eşi, yani Mustafa’nın annesi Hatice’nin hatırası hâlâ evin her köşesindeydi. O yüzden köylüler Zeynep’e “ikinci eş” demedi, “gelin hanım” dediler. Fakat kelimelerin arkasındaki sessizlik, duyguların ağırlığını taşırdı.
2. Erkeklerin Stratejisi: Çözüm mü, Kaçış mı?
Ali, kararlarını mantıkla alırdı. Ona göre ikinci bir evlilik “hayatın gereği”ydi, duygusal bir mesele değil. Tarlalar ekilmeli, çocuklar büyümeliydi. Çözüm odaklıydı; ama bazen çözüm ararken duyguların kırıldığını fark etmezdi.
Bir gün akşam yemeğinde Zeynep, sessizce sofrayı kurarken Ali, “Bu evde düzen kurmak senin elinde,” dedi. O söz, dışarıdan bir güven ifadesi gibiydi, ama Zeynep’in içinde “tek başına bırakılmışlık” hissi uyandırdı.
Bu noktada, forumdaki okuyucular için bir soru:
> Bir erkek için çözüm, bazen duygusal mesafeyi mi beraberinde getirir?
> Yoksa duygusal karmaşadan kaçış, mantıklı bir plan olarak mı görünür?
Bu soruların cevabı sadece Ali’nin hikâyesinde değil, her dönemin toplum yapısında gizlidir. “Sosyoloji Dergisi”nde (2022) yayımlanan bir makalede, erkeklerin karar süreçlerinde pragmatizmin, kadınlarınsa empatik denge arayışının baskın olduğu tespit edilmiştir. Bu fark, toplumsal rollerin yüzyıllardır süregelen etkisidir.
3. Kadınların Empatisi: Yaralar Üzerinden Köprü Kurmak
Zeynep, köydeki kadınlardan farklıydı. Onuruyla yaşamak isterdi ama aynı zamanda başkalarının kalbini kırmaktan da korkardı. Hatice’nin hatırasına saygı duyar, Mustafa’ya annesinin hikâyelerini anlatırdı. “Annen çok güçlü bir kadındı,” derdi.
O gece komşu kadınlardan biri, “Zeynep bacı, sen nasıl dayanıyorsun?” diye sorduğunda o sadece şunu söyledi:
> “Ben Hatice’nin yerine geçmedim, onun bıraktığı yere ışık koymaya geldim.”
Bu söz, kadın dayanışmasının en saf haliydi. Birinin yokluğuna saygı duyarak var olabilmek… Empatinin sessiz ama güçlü biçimiydi bu. Modern psikoloji literatüründe, özellikle Carol Gilligan’ın “farklı sesler teorisi” (In a Different Voice, 1982) bu durumu açıklar: Kadınlar adalet değil, ilişki merkezli düşünür. Zeynep de tam bunu yapıyordu — adaleti değil, dengeyi arıyordu.
4. Toplumsal Ayna: İkinci Eşlik Kavramının Evrimi
“Kocanın ikinci eşine ne denir?” sorusu, sadece bir tanım değil, bir dönemin aynasıdır. Osmanlı döneminde “nikâhlı ikinci eş” toplumsal olarak kabul görürken, Cumhuriyet’le birlikte tek eşlilik hukuken temel norm haline geldi. Ancak geleneksel toplumlarda “ikinci eş” kavramı hâlâ duygusal ve ahlaki ikilemlerle anılır.
Bugün dahi bazı coğrafyalarda, çok eşlilik “çözüm” olarak görülürken, diğer yerlerde “ihanet” olarak değerlendirilir. Sosyolojik açıdan, bu farklılık “kültürel görecelilik” kavramıyla açıklanır (Geertz, 1973). Yani bir toplumda ayıp olan, diğerinde sıradan olabilir.
Ali’nin köyünde de durum buydu: İkinci eş kavramı ne bir yargıydı ne bir övgü. Sadece hayatın bir dönüm noktasıydı.
5. Hikâyenin Zirvesi: Sessiz Kabul
Yıllar sonra Mustafa büyüdü, evlendi. Zeynep artık yaşlanmıştı. Bir gün Mustafa, annesinin mezarına gittiğinde yanında Zeynep de vardı. Sessizce dua etti, sonra döndü:
> “Anne, sen olmasaydın ben aç kalırdım. Zeynep anne olmasaydı da sevgisiz kalırdım.”
İki kadına da “anne” diyebilen bir çocuğun cümlesi, toplumun veremediği tanımı verdi: ikinci eş değil, ikinci şefkat.
Bu cümleyle Ali’nin yıllar önce kurduğu “mantıklı düzen” yerini “duygusal dengeye” bıraktı. Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yaklaşımları sonunda aynı noktada buluştu: insan kalbinde.
6. Forumun Sorusuna Dönelim: Peki, Kocanın İkinci Eşine Ne Denir?
Bazıları “kuma” der, bazıları “hanım”, bazıları ise hiç isim vermez. Ama belki de asıl cevap şudur:
> “Kocanın ikinci eşine, hikâyenin eksik kalan tarafı denir.”
Çünkü her ikinci eş, bir hikâyenin ikinci bölümüdür — bazen acıyla, bazen umutla, bazen de yeniden doğuşla yazılır.
7. Son Söz: Duyguların ve Gerçeğin Dengesi
Bugün modern ilişkilerde de aynı soru farklı biçimlerde karşımıza çıkar:
> “Yeni sevgilisine ne denir?”
> “İlk eşin yerini kim alabilir?”
Bu soruların cevabı zamanla değişir; ama özünde insanın sahiplenme, aidiyet ve sevgi arayışı hiç değişmez.
Bu forum başlığında tartışılacak şey bir kelimenin tanımı değil, bir toplumun değerleridir.
Belki de önemli olan şudur:
> Birini “ikinci” yapan şey, zamandaki sırası mı, yoksa kalpteki yeri midir?
Kaynaklar:
- Gilligan, C. (1982). In a Different Voice. Harvard University Press.
- Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. Basic Books.
- “Sosyoloji Dergisi”, 2022, Cilt 28, Sayı 2.
Zeynep’in hikâyesi bir dönemin ötesine uzanır; çünkü her çağda insanlar, sevgiyi ve saygıyı aynı denklemin iki değişkeni olarak yeniden tanımlamak zorunda kalır. Ve belki de bu yüzden, “kocanın ikinci eşine ne denir?” sorusu hiçbir zaman sadece bir kelimeyle yanıtlanamaz.
Bir akşamüstüydü. Eski bir köy evinin verandasında, çaydanlığın tıslayan buharı havaya karışırken, köyün yaşlı kadınlarından biri “Ah be evlat,” dedi, “bizim zamanımızda kocanın ikinci eşine öyle kolay kolay isim takılmazdı; ama her birinin hikâyesi olurdu.” O an sessizlik çöktü. Masadaki herkesin yüzünde aynı merak vardı: “Peki, o hikâyelerden biri nasıldı?”
1. Hikâyenin Başlangıcı: İki Kadın, Bir Sessizlik
Hikâye 1940’ların sonlarında, Anadolu’nun küçük bir kasabasında geçiyordu.
Ali, köyün saygı duyulan erkeklerinden biriydi. Genç yaşta dul kalmıştı; bir oğlu vardı, adı Mustafa. Yıllar geçmiş, Ali’nin annesi baskı yapmaya başlamıştı: “Oğlum, çocuk büyüyor, evde bir kadına ihtiyaç var.”
Bir gün köy pazarında, dul bir kadınla tanıştı: Zeynep. Zeynep, güçlü, dirençli bir kadındı. Kocası cephede ölmüş, geride iki çocuk bırakmıştı. Ali’nin annesi “Hem ona yuva olur, hem sana destek” diyerek bu evliliğe razı etti herkesi.
Ancak Ali’nin ilk eşi, yani Mustafa’nın annesi Hatice’nin hatırası hâlâ evin her köşesindeydi. O yüzden köylüler Zeynep’e “ikinci eş” demedi, “gelin hanım” dediler. Fakat kelimelerin arkasındaki sessizlik, duyguların ağırlığını taşırdı.
2. Erkeklerin Stratejisi: Çözüm mü, Kaçış mı?
Ali, kararlarını mantıkla alırdı. Ona göre ikinci bir evlilik “hayatın gereği”ydi, duygusal bir mesele değil. Tarlalar ekilmeli, çocuklar büyümeliydi. Çözüm odaklıydı; ama bazen çözüm ararken duyguların kırıldığını fark etmezdi.
Bir gün akşam yemeğinde Zeynep, sessizce sofrayı kurarken Ali, “Bu evde düzen kurmak senin elinde,” dedi. O söz, dışarıdan bir güven ifadesi gibiydi, ama Zeynep’in içinde “tek başına bırakılmışlık” hissi uyandırdı.
Bu noktada, forumdaki okuyucular için bir soru:
> Bir erkek için çözüm, bazen duygusal mesafeyi mi beraberinde getirir?
> Yoksa duygusal karmaşadan kaçış, mantıklı bir plan olarak mı görünür?
Bu soruların cevabı sadece Ali’nin hikâyesinde değil, her dönemin toplum yapısında gizlidir. “Sosyoloji Dergisi”nde (2022) yayımlanan bir makalede, erkeklerin karar süreçlerinde pragmatizmin, kadınlarınsa empatik denge arayışının baskın olduğu tespit edilmiştir. Bu fark, toplumsal rollerin yüzyıllardır süregelen etkisidir.
3. Kadınların Empatisi: Yaralar Üzerinden Köprü Kurmak
Zeynep, köydeki kadınlardan farklıydı. Onuruyla yaşamak isterdi ama aynı zamanda başkalarının kalbini kırmaktan da korkardı. Hatice’nin hatırasına saygı duyar, Mustafa’ya annesinin hikâyelerini anlatırdı. “Annen çok güçlü bir kadındı,” derdi.
O gece komşu kadınlardan biri, “Zeynep bacı, sen nasıl dayanıyorsun?” diye sorduğunda o sadece şunu söyledi:
> “Ben Hatice’nin yerine geçmedim, onun bıraktığı yere ışık koymaya geldim.”
Bu söz, kadın dayanışmasının en saf haliydi. Birinin yokluğuna saygı duyarak var olabilmek… Empatinin sessiz ama güçlü biçimiydi bu. Modern psikoloji literatüründe, özellikle Carol Gilligan’ın “farklı sesler teorisi” (In a Different Voice, 1982) bu durumu açıklar: Kadınlar adalet değil, ilişki merkezli düşünür. Zeynep de tam bunu yapıyordu — adaleti değil, dengeyi arıyordu.
4. Toplumsal Ayna: İkinci Eşlik Kavramının Evrimi
“Kocanın ikinci eşine ne denir?” sorusu, sadece bir tanım değil, bir dönemin aynasıdır. Osmanlı döneminde “nikâhlı ikinci eş” toplumsal olarak kabul görürken, Cumhuriyet’le birlikte tek eşlilik hukuken temel norm haline geldi. Ancak geleneksel toplumlarda “ikinci eş” kavramı hâlâ duygusal ve ahlaki ikilemlerle anılır.
Bugün dahi bazı coğrafyalarda, çok eşlilik “çözüm” olarak görülürken, diğer yerlerde “ihanet” olarak değerlendirilir. Sosyolojik açıdan, bu farklılık “kültürel görecelilik” kavramıyla açıklanır (Geertz, 1973). Yani bir toplumda ayıp olan, diğerinde sıradan olabilir.
Ali’nin köyünde de durum buydu: İkinci eş kavramı ne bir yargıydı ne bir övgü. Sadece hayatın bir dönüm noktasıydı.
5. Hikâyenin Zirvesi: Sessiz Kabul
Yıllar sonra Mustafa büyüdü, evlendi. Zeynep artık yaşlanmıştı. Bir gün Mustafa, annesinin mezarına gittiğinde yanında Zeynep de vardı. Sessizce dua etti, sonra döndü:
> “Anne, sen olmasaydın ben aç kalırdım. Zeynep anne olmasaydı da sevgisiz kalırdım.”
İki kadına da “anne” diyebilen bir çocuğun cümlesi, toplumun veremediği tanımı verdi: ikinci eş değil, ikinci şefkat.
Bu cümleyle Ali’nin yıllar önce kurduğu “mantıklı düzen” yerini “duygusal dengeye” bıraktı. Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yaklaşımları sonunda aynı noktada buluştu: insan kalbinde.
6. Forumun Sorusuna Dönelim: Peki, Kocanın İkinci Eşine Ne Denir?
Bazıları “kuma” der, bazıları “hanım”, bazıları ise hiç isim vermez. Ama belki de asıl cevap şudur:
> “Kocanın ikinci eşine, hikâyenin eksik kalan tarafı denir.”
Çünkü her ikinci eş, bir hikâyenin ikinci bölümüdür — bazen acıyla, bazen umutla, bazen de yeniden doğuşla yazılır.
7. Son Söz: Duyguların ve Gerçeğin Dengesi
Bugün modern ilişkilerde de aynı soru farklı biçimlerde karşımıza çıkar:
> “Yeni sevgilisine ne denir?”
> “İlk eşin yerini kim alabilir?”
Bu soruların cevabı zamanla değişir; ama özünde insanın sahiplenme, aidiyet ve sevgi arayışı hiç değişmez.
Bu forum başlığında tartışılacak şey bir kelimenin tanımı değil, bir toplumun değerleridir.
Belki de önemli olan şudur:
> Birini “ikinci” yapan şey, zamandaki sırası mı, yoksa kalpteki yeri midir?
Kaynaklar:
- Gilligan, C. (1982). In a Different Voice. Harvard University Press.
- Geertz, C. (1973). The Interpretation of Cultures. Basic Books.
- “Sosyoloji Dergisi”, 2022, Cilt 28, Sayı 2.
Zeynep’in hikâyesi bir dönemin ötesine uzanır; çünkü her çağda insanlar, sevgiyi ve saygıyı aynı denklemin iki değişkeni olarak yeniden tanımlamak zorunda kalır. Ve belki de bu yüzden, “kocanın ikinci eşine ne denir?” sorusu hiçbir zaman sadece bir kelimeyle yanıtlanamaz.